ÜÇ GÖLGE KÖYÜ PART 13

Daha sonra Azad aşağıya indi…

“Havis ve Efhas nerede ?” diye sordum…

“Onlar geceleri burda dururlar.” dedi…

“Neden gündüz durmuyorlar , gündüz tehlike yok mu ?” diye sordum…

Bana içeriden bir kitap getirip bir sayfa açtı… Bu yazıyı okumadan önce “Tevvelüke bin kunateyş” dememi söyledi.

Euzübesmele çekip söyleyecektim ki beni susturup

“Onu söyleme… Bu kitapla ilgileniyorsan Allah’ın adını ağzına almayacaksın.” diyordu.

Yazanların tamamını okudum… “Eee ne diyor burda ?” dedim. Metin farklı dilde bir metindi.

Burda cinlerin insanları gece rahatsız ettiklerini ve yatsı saatleri ile sabah saatleri arasında onları yanlarına çektiğini söyledi.

Azad’a böyle şeyler öğrenmek istemediğimi söyledim.. Anlayışla karşıladı…

Ben projeyi , dersi boşvermiştim… Umrumda bile değildi açıkçası.

O gün sadece evde oturdum… Telefonla sevdiklerimi aradım , konuşup kafa dağıtmaya çalıştım.

Yine akşam olmuştu , ancak Azad henüz eve gelmemişti.

Bütün gece onu beklemiştim , Havis ve Efhas kapı önünde belirmişlerdi bile… Ancak onlarla iletişim kuramıyordum… Yine yanlarına gidip bana zarar verme riskine giremezdim…

Saatler ilerliyordu ve Azad halen eve gelmemişti.
Devam ediyorum…

Saatler geçmişti ve ortada Azad yoktu… Ben bir yandan dualar okuyordum , bir yandan yola bakıyordum. Saat 12’ye doğru geliyordu.

Azad “Saat 12’den sonra onlar ortaya çıkar” demişti , belki de canı tehlikede olabilirdi…

Zaman geçiyordu ve nihayet kapı çaldı , gelen Azad’tı…

“Kusura bakma kardeşim… ” dedi…

Merak ettiğimi , kötü şeyler olduğunu söyledim…

Koruyucularımız yanında , merak edecek bir şey yok… Sadece yapmam gereken 1-2 iş vardı , onları hallettim dedi…

Oturduk ve sohbet etmeye başladık… Köyde onla yaşıt bir kız olmadığını ve köyden gitmeyi kabul etmediğini söyledim… Hayatı boyunca yalnız mı olacaktı ? Hiç aile kurmayacak mıydı ?

“Bu köydeki son insan olarak ölmek istiyorum… Bu köyün tarihe karışmasını istiyorum sadece.” dedi…

Peki ya başkaları gelip yerleşirse diye sordum…

“Gelmediler mi sanıyorsun ? Gelenler de 1 ay kalıp döndüler… Burası onların yeri , burası onların köyü. Burda bizler dışında kimse oturamaz” dedi…

Köyün üstündeki lanetin sebebinin o büyük günah olduğunu söyleyip duruyordu ancak günahın ne olduğunu hala anlatmıyordu…

Gece iyice çökmüştü… Azad odasına çekilmişti bile ve ben de odamdaydım…

Gözümden uyku akıyordu ve bu sefer zorlanmadan uykuya dalmıştım…
Gece sert bir şekilde kapının kapandığını duydum… Mevsimlerden kıştı , pencereler kapılar kapalıydı anlayacağınız evde durduk yere bir kapının çarpması imkansızdı… Tepki vermedim , uyumaya çalıştım.

Bu sefer cam tıkırtısı sesleri duyuyordum… Pencereye doğru yürüdüm. Pencerede kendimi gördüm. Alnımda bir leke var gibiydi… Alnımı sildim , elime kül gelmişti. Sanki külden bir yazı yazılmış gibiydi.

Ben alnımdaki külü siliyordum ancak camın önündeki yansımamda kül hala duruyordu… Biraz daha dikkatli sildim , sildiğimden emin olabilmek için.Ama yine gitmemişti , en son kapı önündeki koruyucuların cama sertçe vurduğunu gördüm… Sertçe vuruyorlardı , sanki camdaki yansımamı alt ediyorlardı… Sanki onları öldürüyorlardı ve en sonunda cam patlamıştı.

Kapıyı açıp Azad’ın odasına girdim. Azad’da benimle aynı durumdaydı ancak onun camı henüz kırılmamıştı.

Anlamsızca cama bakıyordu.

“Bakma !” diye bağırdım.


Arkasını dönerken onun da camı kırıldı ve yüzünü cam kesti…
Azad’ı belki ilk kez korkarken görmüştüm… “Nasıl , nasıl geldiler buraya” diyordu kendi kendine…
Neyse ki Havis ve Efhas’ın bizleri koruduğunu söyledim…
Ancak Azad hala korkmuş gözüküyordu… Buraya kadar gelmiş olmalarının bile büyük bir sorun olduğunu söyledi…
“Acilen hocaya gitmem gerekiyor” dedi…
Ona benim de onunla gelmem gerektiğini , bu işin için de artık benim de olduğunu söyledim. Ancak kabul etmedi.
Bu meselenin benimkiyle bir alakası olmadığını ve kendi sorunlarıyla ilgili olduğunu söyledi.
“Saat 12’yi geçti Azad , ne yapacaksan yarın yaparsın.” dedim.
Bu sefer Azad’ı ben sakinleştirmeye çalışıyordum . gerçekten çok korkmuştu.
Havis ve Efhas kapının önünde kendi yerlerindeydi…
Azad elinde bir kağıt ile yanıma geldi.
“Azara kureyş bihat cinn” yazıyordu.
“Bu yazıyı besmeleyle oku , sakın ha besmelesiz okuma” ve evin içine okuyup üfle dedi…
Kendisi de bir yandan kitaplarda bir şeyler arıyordu…
Bir sandıktan bazı otlar çıkardı , evinin yanındaki ağırdan sadece koyun keçi bacağı , hayvan sakatatı gibi şeyler getirdi…
Ona ne yaptığını sordum… Açıklayacağını ama önce söylediği sözü eve üflemem gerektiğini söyledi.
Ben bir yandan verdiği yazıyı eve üflüyor , diğer yandan Azad’ın yaptıklarına bakıyordum.
Masaya otlar , hayvan sakatatları , bazı arapça yazılar koymuştu… Mumları yakıp beni yanına çağırdı.
“Neden , nasıl oldu bilmiyorum ama onları yanımıza çektik… Havis ve Efhas’ı alt edemezler ama hayatımız boyunca da bizi rahat bırakmazlar… Onlardan bu gece kurtulmalıyız” dedi…
Sadece dediklerine kafa sallayıp onaylayabiliyordum.
Bir bıçak ile avcuma küçük bir çizik atıp hayvan sakatatlarına damlattı…
Gözlerimin içine baktı…
Şimdi bildiğin bütün duaları okumaya başla… Hepsini 10 kere tekrar et dedi…
Ben de , o da dualar okuyorduk… Ağzımız 5 dakika boyunca hiç durmadı , duaların ortasında Azad kendi eline de bir kesik attı ve hayvan sakatatlarına damlattı.
(Burada 2-3 şeyden daha bahsediliyor ancak sözlük modları ile yapılan anlaşma gereği gizli tutulacaktır.)
Daha sonra defne yapraklarını bir sarmaşıkmış gibi ip haline getirip mumda hafif yaktı ve hayvan sakatatlarına düğümledi…
“Şimdi söyleyeceğin sözler Allah kelamı değildir , bu söz cinlerin tılsım sözleridir.” dedi…
Söylediklerini tekrar etmemi söyledi.
“Cann’a bil heleki min hureyş , kul hela rabbi cinn” ardı arkasına bu sözleri söylüyorduk…
Azad da ben de kendimizde büyük bir güç hissediyorduk… Bu sözleri okudukça vücudumuz titriyor , elimizde tuttuğumuz büyülü sakatatlar sanki bir bıçak gibi elimizi kesiyordu…
Azad ayağa kalktı
“ifritler sesimize kulak verdi , Allah yardımcımız olsun… ”
Sabah olmuştu , dün gece yaptığımız şey her neyse (Azzami Lüheyt Ritüelinden bahsediyor) beni çok yormuştu… Belki sadece oturup kağıttan bir şeyler okumuştuk ama hayatımın en büyük yorgunluğunu o gün tatmıştım.
Azad uyanıp atların yemini suyunu vermişti , ahıra doğru gidiyordu ki aniden evin içine girip kapıyı kapattı…
“Azad , ne oldu ?” diye sordum…
“Ahır… ” dedi… Kapıdan çıkıp ahıra doğru yürüdüm , ahırda koyunlar telef edilmiş bir haldeydi…
Duvarda kanlardan yazılmış bir yazı vardı… Arapçaydı.
“Yeniden Doğ” yazıyordu…
Bu yazı köyün girişindeki harabe evdeki yazıyı andırmıştı bana , ancak orda sadece “Doğ” yazıyordu.
Azad’ın yanına gittim… Kimler yaptı sence diye sordum… Havis ve Efhas niye bir şey yapmadı dedim…
“Onlar sadece ikimizin canı için uğraşır , koyunlarla ilgilenmezler” dedi…
Bunları cinlerin yaptığını söylüyordu…
“Onlar çevremize zarar verebilir , oyunlar oynayabilir ama bu evde olduğumuz sürece bize zarar veremezler.” dedi…
Evdeki bütün kapıları , pencereleri kapatmıştık… Evin içinde sürekli dualar okuyorduk.
Azad sofrada oturuyordu , ben koltuktaydım…
“Bunların hepsi annem ve babam yüzünden… ” dedi.
Kafamı ona çevirdim… Gözleri dolmuştu…
Ne olduğunu sordum…
Azad bunları anlatırken ağlıyordu… Yaktığı sigarasını bile içememişti.
“Annem ve babam bundan yıllar önce Zahize adında bir cinniadan define yeri için yardım istediler… Annemin babası olan dedem bu işleri bilen bir alimdi ancak sadece bir sefer bu ilmi kötülük için kullanmıştı… Annem ve babam defineyi bulduktan sonra Zahize’yi öldürdüler… ” dedi.
“Nasıl yaptılar bunu ? Bir cin öldürülebilir mi ?” dedi…
Onları öldürmenin insan öldürmekten farklı olduğunu söylediler…
“Onu bir haraba evde yaktılar… Yaptıkları büyü yüzünden ordan çıkamadı.Ama Zahize’nin soyu peşlerini hiç bırakmadı… Annem beni doğururken öldü. Dedem doğduğum gün köyün deresinde yanmış bir şekilde ölü bulundu… Babamın akli dengesi halen daha yerinde değil… ” dedi.
Ben sadece dinliyordum…
“O gün köyün başındaki harabe evi hatırlıyor musun ? O evdeki üç gölgeyi ve kucaklarındaki bebeği ?” dedi…
Evet dercesine başımı salladım…
“O üç gölge Havis , Efhas ve Hoca… Onlar cann’ın soyundan cinler… Kucaklarındaki bebek de benim. Zahize o evin içinde yanarken beni kendi varisi seçti… Zahize’nin canına karşılık benim canım… ” dedi…
Onların zararsız olduğunu ve tamamen iyiliği için var olduklarını söyledi… Azad , Zahize gibi onların soyundan olmuştu artık… Belki cin değildi ancak cinler onu koruyorlardı…
“Peki köydeki diğer insanlar , onlar bunu biliyor mu ?” diye sordum.
Onların duruma çok fazla hakim olmadığını ancak cinlerin ara ara ona da gözüktüklerini söyledi…
“Eğer ki bana bir zarar gelirse köyde taş üstünde taş , baş üstünde baş bırakmazlar… Bu yüzden bu köyden gidemem. Benim bu köyden gitmem demek , bütün köyün helak olması demektir.” dedi…
Azad gerçekten çok iyi kalpli bir insandı… O başkalarının günahını çekiyordu ve belki bütün köyün canını o kurtarıyordu.
“Köylüler de bunu bilir , beni kırmazlar… O gün kahvede de o yüzden sana kucak açtılar” dedi…
“Peki hoca beni neden misafir etti ?” diye sordum.
Bunun yalan olduğunu söyledi.. Nedenini sorduğumda ise köyde çok yalnız olduğunu ve artık bir arkadaşı olmasını istediğini söyledi…
Azad gerçekten çok kötü bir durumdaydı… Paketinden iki sigara çıkardım… Sigaraları yaktık…
“Keşke gitmene izin verseydim Oktay… Özür dilerim.” dedi ve çocuk gibi ağlamaya başladı…
Ben de aklımdan şakalar geçirip onu susturmaya çalışıyordum… Yalandan gülüyordu ama hala hüzünlüydü…
Sigaralarımızı içtik…
“Allah bizlere yardım edecektir kardeşim , sen merak etme.” dedim…
Azad bir günah sonucu Zahize adlı bir cinnia yerine onun soyundaki Havis , Efhas ve Hoca denen cinlere bırakıldı… Daha doğrusu bu cinler Azad’ı ailesinin elinden almıştı…
Azad bunları anlatırken artık bunlardan kurtulmak istediğini söyledi…
“Yıllardır kendimi kurtarmak , başka bir yere gidebilmek için uğraşıyorum… Ama biliyorum ki ben bu köyden gidersem köylüyü telef edecekler… ”
“Peki köylünün ne suçu var ? Bu günahı annen ve baban işlemedi mi ?” diye sordum…
Bir Abhaz geleneğine bağlı olan Arami büyüsü yapıldığını söyledi… Anne ve babasının define bulduktan sonra köye ziyafet çektiğini ve o yemeği yiyen herkesin artık lanetlendiğini söyledi…
Azad köydeki en küçük fertti… Ondan sonra erkek oğlan doğmamış , doğan kız çocukları da engelli doğup 5 yaşına gelmeden ölmüştü…
Azad dışında köyde bulunan herkes o gün o ziyafetteydi…
Havis , Efhas ve Hoca , Azad var olduğu sürece köylülere saldırmayacaktı…
Bütün gece bu konular hakkında konuşmuştuk.
Onlarla ilk nasıl tanıştığını sordum… Küçük yaşta Havis , Efhas ve Hoca tarafından büyütüldüğünü söylemişti.
“Bir gün köye yaşlı bir adam geldi… Bu adam ilim sahibi bir adamdı.Onu buraya köylü çağırmıştı , köyü okuyup üflemesini istiyorlardı.Ben küçük bir çocuktum su içmek için kahveye gittiğimde beni kolumdan tuttu… “Min şerri dumaheyn” diyip yüzüme üfledi… ” dedi…
Bu sözü duyduktan sonra hocanın arkasında tıpkı Havis ve Efhas gibi 2 cinni olduğunu gördüğünü söyledi… Hocanın da koruyucuları vardı… Yüzüne üflenen bu sözden sonra kendisini soyuna çekmek isteyen cinnileri rahatlıkla gördüğünü söyledi.
Köylünün bu olanlardan sonra kendisini tek kurtuluş yolu olarak gördüğünü söyledi Azad…
Ancak yorulduğu belliydi…
“Nasıl kurtulacağız ?” diye sordum…
“Onlar bize bir zarar vermez… Ancak yaşamak istediğim bir hayat var… Farklı kabilelerin cinleri için hedef halindeyim.” dedi…
Nedenini sordum , cinler kendi kabileleri arasında kavga edebilir miydi ?
“Zahize müslümandı… Havis , Efhas ve Hoca da müslüman… Ama diğerleri… ” dedi…
Anlattıkları tamamiyle mantıklı şeylerdi…
Tekrar nasıl kurtulacağımızı sordum…
“Yıllardır bu ilimleri öğrenmeye çalışıyorum… Zahize’nin canına karşılık beni aldılar. Onlardan kurtulmanın tek yolu onları öldürmek… ” dedi.
“Ama onlar sana bir kötülük yapmadı.” dedim…
“Belki doğrudan değil… Ama ben de artık arkadaşım olsun , sevdiklerim olsun , beraber maç izleyeceğim , bir yerlerde gezeceğim insanlar olsun istiyorum.” diyordu…
Bu yapacağımızın çok tehlikeli bir şey olduğunu söyledim…
“Hayatının benim gibi bu köyde geçmesini istemiyorsan kabul etmek zorundasın Oktay.” dedi.
Onları nasıl öldüreceğimizi sordum… Zamanında annesi ve babası da bir cini öldürmeye kalkışıp başarmıştı ancak cinin soyu Azad’ı rahat bırakmayıp anne ve babasını öldürmüştü.
“Onlar büyük bir detayı atladılar… ” dedi.
“Nedir bu ?” dedim.
“Bir cini sen öldürürsen sadece sana musallat olur… Ancak bir cini farklı kabileden bir cin öldürürse (müslüman olmayan kabile) burda sana bir zarar gelmeyecektir.” dedi…
Sözlerinden anladığım kadarıyla Havis , Efhas ve Hoca’yı biz öldürmeyecektik. Onları öldürebilmesi için farklı kabilelerden cinler çağıracaktık.
“Azad bu çok tehlikeli bir şey” dedim…
“Oktay , 7 yaşından beri bu işlerin içinde olan benim… Sen mi ben mi doğrusunu bileceğiz ? Artık kurtulabileceğini mi sanıyorsun ? Sen kaç yaşındasın Oktay ?” dedi…
26 olduğumu söylemiştim , hatta yaşıttık…
“Zahize öldürüldüğüne 2000 bin yaşına yaklaşıyordu… Cinler ve insanlar aleminde zaman kavramı farklı işler… Zahize insan yaşıyla öldüğünde 27 yaşındaydı… Biz 27 yaşımıza girdiğimizde onun ruhunu bizim bedenimizde canlandıracaklar… ” dedi…
Bu söyledikleri doğruysa , ki öyle gözüküyordu bu kadar tesadüf fazlaydı… Onları yok etmemiz gerekiyordu.
Azad sandıktan mühürlü kitaplar çıkardı… Üstleri belki 20 tane çarşafla örtülmüştü.
“Bu evde ihtiyacımız olan her şey var ?” dedi…
Havis ve Efhas kapı önünde bizi gözlüyordu…
“Onlar bu dediklerimizi anlamaz mı ?” diye sordum.
“Evin içinde ne olup bittiğini bilmezler , bu eve Havis ve Efhas da dahil cin giremez.” dedi.
Bir yandan eşyalarını toparlıyor , bir yandan da bana güven aşılamaya çalışıyordu.

Azad masanın üstünde bir kitap koydu… Bu kitabın yanına da bir incil çıkarmıştı.Bu köyün zamanında hristiyan köyü olduğunu ve müslüman cinler kadar hristiyan cinlerin de var olduğunu söyledi.

“Peki yapmamız gereken şey ne ?” diye sordum.

“Bunları bugün yapmayacağız… Bu ayın üçüncü perşembesi yarın akşam… Biz de bu seansı yarın yapacağız.” dedi…

Bu kitapların ne işe yaradığını sordum.

“Ben bu kitaptan Ibrani dilindeki tılsımlı sözleri okuyup şerli cinlerle bir bağ kurmaya çalışacağım.Sen de Incil’den Yuhanna kısmındaki duaları okuyacaksın… ” dedi.

Başımı sallayıp kabul dedim…

Bununla kalmayacaktı tabi ki… Evinin duvarına üç bir kömür ile üç tane gölge çizmişti… Bu tıpkı köydeki harabe evdeki görselin aynısıydı… Bu sefer bu üç gölgenin kucağında bebek değil uzun bir kılıç vardı.

“Bu kılıç gladio hançeridir… Yehuda incilinde Hz.Isa cinlerle irtibat kurarken bu kılıçın bir gücü olduğunu söyler.” dedi…

Azad bu konularda çok bilgili birisiydi…

Mutfaktaki kavanozlarından defne yaprağı , incir ağacı kökü suyu ve sarımsak ezip değişik bir sıvı elde etti…

“Bunu seansa başlamadan önce ellerine sürüp burnuna götüreceksin , fazla dökme ellerini yakar.” dedi…

Söylediği her şeyi sorgusuz sualsiz kabul ediyordum…

Ahırdaki telef edilmiş koyunları henüz gömmemişti hatta o günden sonra ahıra adım dahi atmamıştı…

Bu seanslar için hayvansal metaryellere de ihtiyacımız olduğunu söyledi ve ahıra girip onları ayarlamaya çalıştı.

Ben de odama çıkıp biraz dinleneyim dedim.

Ahırdan et kesme sesleri geliyordu… Azad’ın kararlı olduğu her halinden belliydi.

Yatağa uzandım… Onun baltayla koyunların kemiklerine vurmasından kaynaklı çıkan sesler beni ilginç bir şekilde rahatlatmıştı. Uykuya dalmıştım.

Rüyamda Eskişehir’deydim… Yıllar önce kaybettiğim annemle evde oturuyorduk… Çok şükür geri döndün anneciğim diyip sarılıyordum… Trafik kazasında kaybetmiştim onları. Azad’la aramızda benzerlik vardı o da ben de annesiz babasız büyümüştük… Annemle salonda otururken kapı çalıyordu.Ben ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim , kapıdaki de annemdi… Ben şaşırmıştım… Kapıdan gelenin kolunu sıkıca tutup onu salona doğru çektim ve salona baktım.

Bu sefer koltukta olan annem değildi… O up uzun boylu , çarşaflı , korkunç şey oturuyordu masamda…

Yüzüme bakıp

“Canın canımıza , kanın kanımıza” diye bağırıp gırtlağıma yapışıyordu… Annem kılığında olup eve sonradan gelen ikinci şey de tıpkı onun gibi çarşaflı ve korkunç bir hal alıyordu ve ikisi bir den beni boğmaya kalkıyordu…

Kan-ter içinde uyandım ve uyanır uyanmaz tekrar çığlık attım..Çünkü pencerenin önünde Havis ve Efhas beni izliyorlardı…

Kapının önünden ayrılmazlardı ancak anlamsızca bana bakıyorlardı… Yüzleri gözükmüyordu , hatta yüzleri var mı onu da bilmiyordum.

Pencereye bakmamaya çalışıp aşağıya indim… Azad çoktan işini halletmiş , salonda uykuya geçmişti.
Ben de bir sandalyeye oturup Azad’ın çıkardığı kitaplara bakıyordum… Değişik kitaplardı en az 1000 yıllıkmış gibiydiler…

Kitapların üstünde değişik harfler , şekiller vardı ve kan kokuyorlardı… Belki de Azad kanlı elleriyle ellemişti bilmiyorum.

Siyah sakatat poşetinin içine baktığımda koyun kelleleri gördüm , yüzülmüştü… Koyunların dişlerini sökmüştü.

Hayvanların kırık bacakları , uzun bir halatmış gibi gözüken bağırsakları poşetin içindeydi.

Kokuya daha fazla dayanamayıp ağzını kapattım ve düğüm attım…

O sırada kafamı kaldırdım…

Evin merdiveninden aşağıya Azad’ın suretinde bir cin iniyordu… Parıl parıl parladığını hatırlıyorum. Gülerek ağır ağır merdivenlerden indi ve kapıyı kapatıp çekti gitti…

Nasıl olurdu bu ? Azad bu eve onların giremeyeceğini söylüyordu.

Ben gördüğüm olayın şokunu yaşıyordum Azad’ı kaldırmak aklıma dahi gelmedi. Hemen kapı önünde Havis ve Efhas’a baktım… Onlar hala benim penceremdeydiler… Hızla odama çıktım kapıyı açtım.

Ben hala odadaydım… Gördüğüm şey beni şok etmişti… Yatakta benim suretimde bir şey uyuyordu , Havis ve Efhas da hala o yatakta uyuyan şeyi izliyorlardı…

Bir insanın kendisini dışarıdan görmesi heralde dünyanın en korkunç görüntüsüydü… Odadan hızla çıktım… Tekrar kapıyı açtım o yataktaki şey her ne ise gitmişti. Yatağımda kül izleri vardı… Küller dökülmüştü sanki.

Havis ve Efhas da ortalık da yoktu… Zaten gün doğuyor gbiyidi… Odadan çıkıp banyoya girdim , elimi yüzümü yıkamak istiyordum…

Aynaya baktığımda fark etmiştim , burnumdan sızım sızım kan süzülüyordu… Rengi çok koyuydu , sanki zehir gibiydi.

Emin olabilmek için aynaya adımlar attım… Tam elimi burnuma götürüyordum ki lavabodaki ayna büyük bir gürültü önce çatırdadı tam orta yerinden ve sonra patladı…

Evde değişik şeyler oluyordu , gün iyiyen iyiye aydınlanmıştı.

Aşağıya inip Azad’ı uyandırdım… Ona olanları , gördüklerimi anlattım… Azad da korkmuştu.

“Eğer Havis ve Efhas bizi korumaktan vaz geçtilerse , hızlı olmamız gerekir… ” dedi…

Bir şeyler yolunda gitmiyordu belliydi… Azad atına atlayıp köye doğru gitti , ben de peşinden geldim…

Bu seansı evde yapamayız diyordu , günü dere kenarında uyuyarak geçirmiştim. Azad da seans yapılacak bir yer arıyordu…

Dere kenarında cinlerin mesken olduğunu ve zarar verebileceklerini söylemişti… Bir mağara benzeri oyuk bulmuş ve oraya yer etmişti.

Haftanın üçüncü perşembesiydi… Güneş yavaş yavaş batmıştı. Azad her şeyi hazırladığını söylemişti.

“Bismillahirrahmanirrahim , hazır mısın kardeşim ?” dedi…


Başımı salladım , hayatımın en zor gecesi başlıyordu.
Azad bütün eşyaları hazırlamıştı… Beni de yanına çağırdı. Gitmeden önce dedemi ve babaannemi arayıp biraz daha olsa moral toplamıştım.

Elinde bir kömür ile yine üç gölge çizip o meşhur gladio hançerini kucaklarına oturtmuştu…

Duvara astığı gece lambaları bu gölgeleri adeta canlıymış gibi gösteriyordu.

Hayvan sakatatlarından bir yuvarlak yaptı , otlarla bir üçgen yaptı bu dairenin içine ve üçgenin tam ortasına mumlardan bir göz yapmıştı.

Mason işaretini andırıyordu bu şekil ancak anlamının farklı bir şey olduğunu bunun bir babil geleneği olduğunu söylemişti…

Ben heyecanlıydım , Azad da ilk kez o soğuk kanlı halini bu kadar çok kaybetmişti…

Elime bir kağıt verdi…

“Vil hak Zahize’n şerri” yazıyordu… Bu sözü uzun uzun okumaya başladım…

Seansa başlayacaktık ki Azad durdu..

“Dur bi dakika” dedi…

Ne olduğunu sordum…

“Kitap… Kitap evde kaldı.” dedi…

Kitap olmadan seansın başlaması imkansızdı , yapacak bir şey yoktu Azad yanımdan kalkıp eve doğru atını sürmeye başladı.

Ben de sağda solda etrafı izliyordum…

Azad gözden kaybolmuştu , dere kıyısına kadar indim ve bir sigara yaktım.Bu köye gelmeden önce bunların başıma geleceğini düşünebilir miydim ki ?


Azadı beklerken epey bir sigara içmiştim , saat de geç olmaya başlamıştı zaten.Çimlere uzanıp Azad’ın gelmesini bekliyordum ancak gelen giden yoktu.
Ben Azad’ı beklerken arkamdan üç tane gölgenin yürüdüğünü hissettim… Ayağa kalkıp dereye baktım , derede herhangi bir şeyin yansıması yoktu ancak emindim bir şeylerin arkamdan geçtiğine.

“Azad !” diye seslendim… Bir şey yoktu.

Kafamı tekrar dereye doğru çevirdiğimde derenin karşı ucunda 3 tane o gölgeli şeyleri gördüm… Upuzundular , gecenin karanlığı onları bu sefer gerçekten korkunç kılmıştı…

Sesleri yıllar önce kaybettiğim annem , babam ve evlatlık kardeşime aitti… Bana sesleniyorlardı.

O an Azad’ın

“Bir gece birisi senin adını söylerse ve bu ses sevdiğin bir kişinin sesine aitse kaç oradan.” demişti…

Geriye doğru adım attım… Onlar da hızla bana doğru geliyorlardı…

Ata koşup üstüne atladım , ormanın içinde hızla kaçarken at birden durdu… Önümüzde bir şey yoktu ancak at hareket etmiyordu , sanki eve gitmek istemiyor gibiydi.

Atın üstünden inip koşmaya devam ettim , kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bacaklarımın adım atacak dermanı yoktu ancak eve gitmem gerekiyordu.

Bütün gücümle koşup kendimi evin önünde buldum… Kapı açıktı ve lambalar yanıyordu. Ancak bütün odanın lambaları yanar vaziyetteydi.

Evin her köşesi dağıtılmıştı , didik didik edilmiş gibiydi.

Hızla Azadı aramaya başladım. Azad’ın odasına doğru çıkarken yerde bazı ayak izleri gördüm… Hatta birden çok ayak izi vardı. Ağır ağır merdivenleri çıktım.

“Azad” diye sesleniyordum , ses yoktu…

Ve sonunda Azad’ın odasının kapısının önüne gelmiştim… Kapıda tırnak izleri , çamur ve kan izleri vardı.

Ağır ağır kapıyı açtım… Azad elleri bir halatla arkadan bağlı bir şekilde yatıyordu. Kafasından kanlar akıyordu , şakaklarından içeriye bıçak darbeleri ile oyuklar açılmıştı…

Hayatımda çok kez ölü gördüm , yıkadım ama bu kadar taze bir ceset ilk defa görüyordum…

Azad ölmüştü…

Ağzı yüzü yara bere içindeydi , acımasızca katledilmişti… Polisi aramak istedim , arayamazdım.Bu bir şekilde benim üstüme kalabilirdi.

Odadan çıktım , nereye gideceğimi bilmiyordum…

Azad benim o köyde kardeşim gibiydi , bana kendisini bir kardeş gibi hissetirmişti ve ağlamadan duramıyordum.

Tekrar Azad’ın yanına çıktığımda üst katta bir mektup gördüm.. Acele ile yazıldığı çok belliydi ancak Azad’ın yazısı olduğunu anladım.

Çünkü kitaplarını karıştırırken bir defterde onun el yazısını da görmüştüm…

Mektupta ;

“Oktay kaç bu köyden , eğer hala hayatta isen kaç bu köyden… Benim katilim ne Havis ne Efhas ne de Hoca olacak… Onlar seni korumak için önünde duracaklar sakın ha eve gelme hatta bu mektubu okuma…

Benim katilim bu köyün insanları… Beni onlar öldürüyor.” yazıyordu…

Azad köydeki yerliler tarafından öldürülmüştü… Köye doğru koşmaya başladım.

Köyde kimse yoktu , hiç kimse… Herkes gitmişti… Azad’ı öldürüp köyü terk etmişlerdi…

O gün köyde kamera gördüklerinde tepki göstermelerinin sebebi köyün adının basında çıkabilme ihtimaliydi , olaydan sonra öğrendik ki hepsi Azad’ı öldürmeden 2 ay önce evlerini , bağlarını ve bahçelerini satmıştı…

Köyde en ufak bir insan belirtisi dahi yoktu… Üç Gölge Köyü terk edilmişti…

Onlar Azad’ı öldürüp bu lanetten kurtulmak istiyorlardı ve başarılı da olmuşlardı…

Üç Gölge Köyünün adı da Havis , Efhas ve Hoca’dan geliyordu… Halbu ki o kadar netti ki her şey…

Dere kenarında beni eve göndermemelerinin sebebi de oydu… Azad ölmüş olsa bile benim bedenimde Zahize’yi canlandırabileceklerdi…

Polise , sağa sola hiç bir yere haber vermeden eve gittim…

Ev kapısının önüde bu sefer üç küçük çocuk vardı… Bembeyaz elbiseler giyip ağlıyorlardı…

Onlar Havis , Efhas ve Hocanın suretindeki çocuklardı… Kafalarını bana çevirdiler , elleriyle köyün çıkışındaki patika yolu gösterdiler…

Ben de kaçtım… Hiç bir şey yapamadan , hiç bir şey edemeden kaçtım…

Kaçtım ve Azad’ın ölmesinin etkisinde bir ömür geçireceğimi bilerek yeni bir hayat kurmak için çabaladım…


Oktay Ar ; Şu an Eskişehir Hasan Polatkan’da yaşıyor… Bu olaylardan sonra kekeleme ve hafıza kaybı sorunları var.


Azad D*** ; Otopsi sonucunda cinayete kurban gittiği anlaşıldı yıllarca sürdürülen mahkeme sonucu fail-i meçhul bir şekilde dosya kapatıldı.



Havis , Efhas ve Hoca ; Oktay Ar belli aralıklarla onların kendisini ziyaret ettiğini geceleri evinin önünde bu gölgeleri ara ara gördüğünü..Ona bir zarar vermediklerini söylüyor.
Evet arkadaşlar sonunda hikayemiz bitti okuduğunuz icin teşekkür ederim